İstanbul’da bazı mekanlar vardır, kendini anlatmasına gerek kalmaz. Adını duyduğunda zihninde bir imaj oluşur: ihtişam, lüks, zarafet…
Shangri-La Bosphorus bu otellerden biridir. Beşiktaş sahilinde, Dolmabahçe Sarayı’nın hemen arkasında yer alan bu eşsiz yapının içindeydim o gece.
Ama orada olmamın tek sebebi Boğaz manzarası değildi.
Orada olmamın sebebi, bir kadındı.
Bir İstanbul escort.
Onunla üç gün önce tanıştık.
Mesajları kısa ama özdü.
Sanki her kelimeyi tartarak seçiyordu.
“Güzel bir gece mi istiyorsun yoksa seni hatırlatacak bir iz mi?”
Bu soruyla başladı her şey.
Ve ben cevabı Shangri-La’nın 508 numaralı odasında verecektim.
Giriş katında adımlarımı atarken kalbimde tanıdık bir heyecan vardı.
Bu, ne ilk kaçamağımdı ne de ilk lüks otel deneyimim.
Ama içinde bulunduğum duygunun taze bir tarafı vardı.
Beni tanımadan bana bu kadar etki eden bir kadınla buluşacaktım.
Bu şehirde yüzlerce kadınla karşılaştım ama içlerinden bazıları…
Seni sadece arzularınla değil, içindeki sessiz çığlıkla da bulur.
İşte o kadındı bu.
Asansörle yukarı çıkarken telefonuma gelen mesajla gülümsedim:
“Kapıyı çaldığında cevap vermeyeceğim. İçeri gir. Sessizce gel.”
Bu kadının her davranışı, her beklentisi başka bir zekânın ürünüydü.
İstanbul escort dünyasında birçok kadının senaryosu olur.
Ama onunki…
Sanki bir roman gibiydi.
Duygularla yazılmış, arzuyla düzenlenmiş, tutkuyla tamamlanmış bir roman.
Kapıyı hafifçe ittim.
İçeri girdiğimde odada sadece Boğaz’dan yansıyan mavi ışıklar vardı.
Müzik yoktu.
Koku vardı.
Ona ait bir koku…
Yaseminle vanilya arasında bir yerde…
Ve odanın derinliğinde, pencerenin kenarında duran bir siluet.
Şeffaf saten bir elbise giymişti.
İnce askıları, omuzlarına zar zor tutunuyordu.
Teninin çizgileri, pencere kenarından süzülen ay ışığıyla birleşmişti.
Bana dönmeden, yalnızca elini kaldırdı.
“Hoş geldin” dediğini duydum ama dudakları oynamadı.
Bu sesi zihnimde mi duydum bilmiyorum.
Vey Be istanbul Escort
Yaklaştım.
Aramızdaki mesafe azaldıkça, kalbim değil, içimdeki başka bir ben titremeye başladı.
O kadın, gözümün önünde arzunun vücut bulmuş haliydi.
Bir İstanbul escort olmanın ötesinde bir derinliği vardı.
Ve o derinliğe girmeye hazırdım.
Ona dokunduğumda soğuk bir ten bekliyordum.
Ama sıcaktı.
Damarlarında gerçek bir kadının tutkusu vardı.
Boynuna yaklaştım.
Kokusu, konuşmasından daha etkileyiciydi.
Fısıltıyla kulağıma sadece bir cümle söyledi:
“Bugün senden hiçbir şey istemiyorum. Ama sen benden ne alırsan o senindir.”
İlk temasımız o anda başladı.
Sanki bir dans…
Ama koreografisi yoktu.
Yatak, masa, koltuk…
Hiçbiri bu gecenin asıl sahnesi değildi.
O an, sadece birbirimizin teninde dolaşıyorduk.
Ve bu dolaşma sırasında her temas bir hikâyeye dönüşüyordu.
Şangri-La’da gece ilerledikçe zaman kavramını kaybettim.
Kendimi sadece onun bedenine değil, ruhuna da teslim ettiğimi fark ettim.
Onunla konuşurken kendimi savunmasız hissetmedim.
Aksine…
İlk kez birine kendimi açarken bu kadar güvende hissettim.
Oysa o sadece bir İstanbul escorttu.
Değil miydi?
Gece boyunca üç kez seviştik.
Ama her seferinde farklı bir anlamla.
İlk seferde arzumuzu boşalttık.
İkinci seferde bedenimizi keşfettik.
Üçüncüde ise birbirimize ait olmadığımızı ama birbirimize ihtiyaç duyduğumuzu fark ettik.
Sabaha karşı pencereyi açtı.
Boğaz’da martı sesleriyle karışan sabah ezanı yükseliyordu.
Yanıma gelip başını omzuma yasladı.
Konuşmadık.
Konuşmak gerekiyordu belki, ama sessizlik daha anlamlıydı.
Bu şehirde her şey konuşuluyor.
Ama bazı anlar sadece hissedilir.
O an içimden geçen tek cümleyi onun duymasını istedim:
“Seninle geçirdiğim bu gece, İstanbul’un bana armağanıydı.”
O gülümsedi.
Ve sadece şunu dedi:
“Ben sadece kendimi sunuyorum. Alanlar bilir.”
İşte o kadın, İstanbul’un geceye düşmüş siluetiydi.
Ve ben…
Onunla birlikte İstanbul’u yeniden keşfetmiş bir adamdım.